Bugün sizlere son zamanlarda okumaktan mutluluk duyduğum bir blogla yaptığım söyleşiyi paylaşmak istedim. Hem pek çok ortak yönümüz olması hem de yazılarının etkileyiciliği, kaleminin gücü dikkatimi çekince mutlaka sizlere de tanıtmalıyım dedim. İşte içimde kalacağına blog ile keyifli söyleşimiz:
Virginia'da Bir İstanbullu
Merhaba bloguma hoşgeldiniz. Blogunuzu tesadüfen buldum ve benim blogum ve hayatımla pek çok paralellik bulduğum için okumaya başladım.
Amerika'da yaşadığınızı yazmanız ilgimi çekti. Kısaca oradaki hayatınızdan bahseder misiniz?
Doğma büyüme İstanbulluyum ben. İstanbul’a birçok açıdan çok benzeyen, hatta onun onuncu göbek torunu olduğuna inandığım New York’ta da yaşadım. Anlayacağınız kalabalığa, harekete, hızlı tempoya, gürültüye alışığım. Ama bir süre sonra o kadar uyaran bir arada olunca ruhu yormaya başlıyor gibi geldi bana. O yüzden şimdi sakin ve küçük bir Amerikan kasabasındayım. Okyanusa yakın, sessiz sedasız, az nüfuslu, büyük olaysız bir yer. Ama bir taraftan da sinemadır, dünya mutfakları sunan restoranlardır, ücretsiz sokak konserleridir, birçok keyifli alternatiflerle dolu. Bir İstanbul büyüsü yok şüphesiz, yanından geçemez şehrimin. Fakat huzuru da inkâr edilemez.
Öte yandan bu durum Amerika için çok genellenebilir bir şey değil tabii. Neredeyse kıta kadar memleket. Ne ararsan var, dağ başı da metropolün alası da… En ilerici insanlarla da karşılaşabilirsiniz ırkçı, dinci ve yabancı düşmanı olanlarla da. Yani gerçekten de “Macera dolu Amerika…”
Benim içinse büyük şehrin harala gürelesinden sonra sakin bir iskelecik, liman bile değil. Ama köklerindeki topraklar sapır sapır dökülürken biniyorsun bir uçağa. Yaşlar usul usul göğsüne damlarken “n’olur, bu doğru karar olsun” diye sessiz dualar ediyorsun içinden. Ve uçup gidiyorsun başka bir kıtaya, başka bir hayata konmak üzere. Kalbinin yarısı hep geride, ruhunun bedenine yetişmesi desen aylar, yıllar alıyor. Garip bir ferahlama ve aynı zamanda da kedere gark olma hali. Çok kolay değil yani. Bir acayip araf…
Klasik bir soru olacak ama blog yazmaya nasıl karar verdiniz?
Ben de klasik bir cevap vereyim size o zaman: Aslında kendimi bildim bileli yazı yazdım. Farklı türler denedim. Farklı üsluplar üzerinde denemeler yaptım. Bazen şanssızlıklar ya da uzaklıklar bazen içe kapanmalar ya da vazgeçişler yaşadım. Yazmayı defalarca bıraktım. Ama o beni bırakmadı hiç. Hep bir şekilde aklımı çeldi, hep. “Yaz” diye “içinde kalmasın” diye diye…
Özellikle bu pandemi ve onun getirdiği belirsizlikler, bendeki varoluşsal ve hayata dair tüm sorgulamaları iyice su yüzüne çıkardı. Sadece düşünmüş olmakla kalmak istemedim artık. Aynı zamanda yazmak, paylaşmak ve başkalarının da diyeceklerine kulak kabartmak istedim. Dünyanın dört bir yanında insanlar çeşitli konulara nasıl bakıyor, onlar ne düşünüyor, ne hissediyor bunu merak ettim.
İşte o zaman, hani olur ya uzun masalar Akdeniz ya da Ege filmlerinde, beyaz masa örtüleri ve kır çiçekleriyle süslü. Üstünde ampuller asılı, havada hanımeli kokusu, hatta uzaktan uzağa bir gitar sesi meltemin getirdiği… Eş dost aile hep birlikte gülmeli oynamalı, yürekten konuşmalı, içten, dostane saatler… Öyle bir paylaşım hayal ettim blog yazmaya başlarken. Nasıl olacağını bildiğimden de değil, bir dilek işte, bir hayal...
Bence hepimiz birer klana aitiz aslında, hangisi bizimki bulalım istedim. Blog seçtiğimiz aileleri bulmamıza vesile olsun diye niyet ettim. Ve inanmazsınız ama bu niyetin içime düşmesiyle bloğun yayına geçmesi arasında sadece beş altı saat geçti. İsim buldum, domain satın aldım, iki kısa yazı yazdım, tasarım şablonunu ve görselleri seçtim ve kendime yine boşver deme fırsatı vermeden canlıya geçtim. Çünkü eğer hemen yapmazsam vazgeçebileceğimi biliyordum. Bu kez vazgeçmek istemedim.
Yazılarınız kadın haklarından, filmlere, kitaplara yaşamdan çeşitli konuları içeriyor. Bir feminist ve hayvansever olarak blogunuzun bu yönü de ilgimi çekti. Sizce bizlerin bu konularda yazması bir şeyleri harekete geçiriyor mu? Örneğin ben minicik de olsa duyurduğum bir konu veya yardım kampanyası ile kendimi çok mutlu hissediyorum. Sizin bu tarz bir misyonunuz var mı?
Evet ve hayır. Şöyle ki kendimce kelimelerle, kavramlarla ince ince bir patika açmaya çalışıyorum. Bence insanlığın dertlerinin iki temel nedeni var, tabii bunlar birçok farklı şekillerde vücut buluyor ama özünde iki temel neden var: Tatminsizlik (ve beraberinde getirdiği açgözlülük) ile korku (ve bunun beraberinde getirdiği düşmanlık). Bunlar duygular ve onlardan beslenen fikirler var, önyargılar, kararlar ve tabii onların yol açtığı eylemler….
Sanırım en büyük meselemiz farklı hisler ve kanaatler hakkında oturup birbirimizle konuşmayı aklımıza bile getirmeden birbirimizi ötelememiz. O insanı, o grubu, o çevreyi, neyse o bildiğimizi varsayarak diğerini dışlamamız, belki aşağılamamız, kötülememiz. Denebilir ki bu bakış açısıyla okuyan için bir pencere açmaya çalışıyorum eski bir zihin odasında. Tülleri silkelemeyi, yastıkların, mobilyanın tozunu silmeyi deniyorum. Güneşlikler ne zamandır açılmadıysa, “gel, bir cesaret beraber açalım, manzaraya bakalım” diyorum.
Çünkü bence ortak yanlarımız aslında düşündüğümüzden, varsaydığımızdan çok daha fazla. Doğmak, aşık olmak, beğenilmek istemek, acıkmak, istesen de istemesen de bir gün aniden ölmek mesela… Bir yuvarlak masaya ya da yer sofrasına oturup “hallarımızı söylemek” neden işimize gelmiyor, önce iyi niyetle onu merak etmemiz gerekiyor. Ve bu nasıl değişir? Bunlar hakkında biraz zihinsel egzersiz yapalım istiyorum… Belki tüm bunlar kulağa çok ütopik geliyor ama süregelen küresel distopyadan hepimiz bıkmadık mı?
İnsan hakları, kadın hakları, LGBTİ+ hakları, işçi hakları, engelli hakları, azınlık hakları, hayvan hakları, çevre hakları vb çözüm bekleyen sorun sayısı saymakla bitmiyor ne acı ki. Ve Carol Hanisch'in on yıllar önce dediği gibi “Kişisel olan politiktir” dolayısıyla bunların çoğu politik meseleler. Ve ona göre atılması gereken adım çok, yol uzun…
Geleceğe yönelik projeleriniz var mı yoksa kafama göre takılırım diyenlerden misiniz? Her blog yazarı okura bir şekilde ulaşmaya çalışıyor. Kimi kalplere dokunuyor, kimi ortak paydalarda buluşuyor, kimi bilgi paylaşımı yapıyor. Sizin blogunuz genelde hangi okura ulaşmak istiyor?
Gelecek diye bir şey var mı, çok emin değilim. Bir virüsle değişti insan yaşamı ve kimbilir yarında neler saklı... Açıkçası benim pek bir planım yok. Yazmayı seviyorum, bana iyi geliyor, yazıyorum. Yazmamın okuyanlara da iyi gelmesi umuduyla yazıyorum biraz da. Kendimizi yavaş yavaş sağaltarak ve birbirimize güvenerek hep birlikte iyileşebileceğimize inanıyorum. Hayat zor, sosyal medya hırçın, insanlar sinirli, öfkeli… Kırgınlıklar, hayal kırıklıkları, kızgınlıklar, maddi manevi yoksunluklar büyüdükçe yayılıyor ve artıyor, etrafa bulaşıyor, havaya yayılıyor. Aynı şekilde iyiliği, tebessümü, nezaketi de çoğaltmak mümkün. Ve bizim elimizde, buna inanmak istiyorum.
Bilgi değil de fikir ve duygu paylaşıyorum sanırım. Bilim insanı Wilson’ın dediği gibi “Bilgi bombardımanı altında boğulurken, erdem yokluğundan kıvranıyoruz”. Galiba ben erdem ve sezgisel içgörü peşindeyim. İnsanlığın hep ilerlemek için doğru dürüst durup düşünmeden koştururken şu an geldiğimiz noktada durması, neyle uğraşıyorsa onu elinden bırakması ve nefes alması gerektiğini düşünüyorum. Düşündükçe ve bunu ruhla, vicdanla, ortak iyiliği gözeten bir bakış açısıyla yaptıkça el birliğiyle yanlış kararların düzeltilebileceğine, yanlış öğrenilmiş şarkının nihayet bir kenara bırakılıp yepyeni bir bestenin ortaklaşa yapılabileceğine inanıyorum.
Bloğuma benzer konulara kafa yoran, bunları önemseyen kişiler gelsin istiyorum en çok. Okusunlar yazıları, yorum yapsınlar, yazışalım, hatta arada belki çevrimiçi tanışmalar, buluşmalar, okumalar yapalım. İnsanlar tek tük adalara dönüştü bence. Benim isteğimse bir takım yıldızı gibi anlamlı bir bütünün parçası olmak…
Dünya görüşünüzü nasıl tanımlarsınız? Bir hümanist misiniz mesela? Demokrat mı, sol görüşlü mü?
Evrenselci diyebilirim kendime sanırım ya da duygulu bir hümanist. Ama bunların ötesinde galiba beni en iyi anlatan kelime empat. Yeryüzümüze, tüm dertlerimize derman olacak tek bir ekonomik ya da politik sistem varsa benim haberim yok. Ama başkalarının duygularını tadınca, onların ayakkabılarıyla birkaç adım atmaya kalkınca insanların kötücüllüğün kolaylığına kaçmayacağını düşünüyorum. En azından bunu umuyorum diyelim.
Eşitliğe, adalete, özgürlüğe, kardeşliğe, demokrasiye ve hakkaniyete inanıyorum. Mevcut küresel düzen işlemiyor bence. Baksanıza ölümle yaşam arasındaki en büyük gereçlerden olan aşı konusunda bile tahterevalli tepetaklak. Birinci dünya ülkelerinde insanlar aşı randevusuna gitmekten mesela canı çekmediği için vazgeçtiğinden bir sürü aşı heba olurken birçok ülkede en zayıf durumdaki kişiler dişini bile kırsa aşıya erişemiyor.
Oysa parayla, güçle, iktidar savaşlarıyla dönmüyor dünya, onlara rağmen dönüyor. Eşitsizlik ve adaletsizlik en çok zaten yaralı olanları vuruyor. Kadınları, çocukları, yaşlıları, hastaları, engellileri, yoksulları, o ya da bu şekilde toplum “doğruları” tarafından “farklı” olarak tanımlananları kısacası bir şekilde bir şeylerin acısını zaten yaşayanları... Oysa bu sefaleti yaşamaları doğal bir mecburiyet değil. Kaynak var, paylaşmanın yolları var, niyet iyi olsa sonucun iyi olmaması için –en başta konuştuğumuz açgözlülük ve korku dışında—bir neden yok aslında. Ve sadece farkındalıkların artması ve sese dönüşmesi ve kelimelere dökülmesi gerekiyor. Değişim böyle böyle başlıyor…
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Blogda birçok konuda yazı var, dinleyen, kocaman sarılan, fikir veren, dertleşen, okuyana sırdaş olan yazılar bunlar. Yaşamakla ilgili, genç ya da ebeveyn olmakla ilgili, var ya da yok olmakla, başka başka durumlarla ilgili, soruların peşinde yola düşen, “hadi gel benimle” diyen yazılar.
İster ince belli bir sabah çayıyla ister okkalı bir bardak rakıyla gece karanlığında okuyucuyla buluşmak için yazıldı bu yazılar. Ayrım yapmıyorlar, hangi yaştansın, neredensin, kimsin necisin, umurlarında bile değil. Okumanın, inceliklerin, farkındalığın büyüsüne inanmış herkesle tanışmaya, yol arkadaşı olmaya devam etmek istiyorlar.
Her gün, en azından haftada birkaç kez uğrayın, zihinsel ya da duygusal bir mola alın. Kendimiz için iyi bir şey yapalım, paylaşalım ve birlikte sahici nefesler alalım.
İyilikte buluşalım,
Unutmadan: Bu güzel sohbet fırsatı için size teşekkür ederim Derya Hanım, eksik olmayın.
Ben size bu güzel söyleşi için teşekkür ederim. Hem kendime yakın, okumaktan keyif alacağım bir blog bulduğum için mutluyum, hem de anlattıklarınız bana ve okurlarıma çok şey katacak. Size bundan sonraki yaşamınızda bol şans dilerim.
İçimde kalacağına blogda dikkatimi çeken,okunmaya değer bulduğum bazı yazı başlıklarını da eklemek istedim. Linkleri kopyalayıp google a yapıştırarak sayfalara ulaşabilirsiniz.
https://icimdekalacagina.com/ev/f/gitmek-mi-zor-yoksa
https://icimdekalacagina.com/ev/f/bizim-klan
https://icimdekalacagina.com/ev/f/d%C3%BCnyan%C4%B1n-merkezine-yolculuk
“toplumu toplum yapan çektiği ortak yastır” (icimdekalacagina.com)
https://icimdekalacagina.com/ev/f/kad%C4%B1n%C4%B1n-can%C4%B1-yok
https://icimdekalacagina.com/ev/f/acil-kalp-aran%C4%B1yor
https://icimdekalacagina.com/ev/f/g%C3%B6kku%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1-g%C3%BCzeldir
virginia, iyi yerde yaşıyomuş :)
YanıtlaSilDeepcim Amerika'ya hiç gitmedim mutlaka güzeldir, özellikle de küçük kasabalar. Virginia denince nedense aklıma hep kölelik geliyor o konuda çok film izlediğim için sanırım :)
SilEvet, fena bir yer değil. Üstelik havası İstanbul gibi biraz. Galiba tek ortak yanları da o zaten :)
YanıtlaSilSayenizde güzel bir blog tanımış oldum. Teşekkür ederim.
YanıtlaSilDemek ki blogların kendi aralarında daha çok etkileşimde bulunması gerekiyor.
Rica ederim. Tabii haklısınız blog yazanlar en çok blog okumayı da seven kişiler oluyor. Ancak ne yazık ki zaten yoğun geçen günlük yaşam ve araya giren uzun bir pandemi dönemi blogları da olumsuz yönde etkiledi. En azından birbirinin tarzını severek okuyan blogların iletişim içinde olması, hem yazım anlamında hem de dostluk ve fikir alışverişi anlamında faydalı olur. Ben yeni bir kitap arıyorsam şu blogda yenilikler vardır diye bildiğim bloglara bakarım, bu film, kozmetik gibi çeşitli konular için de geçerli. Özellikle kendi deneyimlerini yazan bloglar çok fikir veriyor insana. Mutlu günler dilerim:)
Sil