Emre Bozkuş' la Yazarlık Üzerine Keyifli Bir Sohbet


 

Herkese merhaba. Bugün de keyifli bir sohbetimiz var kahve konukları köşemde. Bugün genç, ama bir o kadar da donanımlı bir arkadaşımız konuğum. Yazar ve blog yazarı arkadaşımız Emre Bozkuş, kalbi kelime dolu biri. Söyleşide de farkedeceksiniz kelimeler akıp gitmiş adeta. Hem yazarlık hem de kitabı hakkında sorduğum sorulara içtenlikle yanıt verdi. Aslında çok uzun zamandır bu söyleşi aklımdaydı ama nedense kısmet bu güne imiş:) Bu arada bazen serzenişte bulunan arkadaşlar oluyor, benim de kitabım var diye. Herkese kapım açık ancak ne yazık ki günü gününe herşeyi takip edemiyorum. Lütfen siz bana yazmaktan çekinmeyin. Eminim ortaya nice güzel söyleşiler çıkacaktır.

Evet artık sohbetimize geçelim mi:)

· Öncelikle Deli Kızın Bohçası‘na hoşgeldin. Davetimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Yaşça büyük olduğum için izninle sen diyorumJ

 

Nasıl arzu edersen. Nezaketin için asıl ben teşekkür ederim.

 


· Kitabın hakkında bilgi araştırırken birçok mecrada yazdığını fark ettim. Yazım yolculuğundan söz etmek ister misin?

 

İlkokul, ortaokul ve hatta lise yıllarında Türkçe sınavlarında kompozisyon soruları olurdu, bilirsin. Yüz puan toplamın otuz-kırk kadarını bahsi geçen kısım oluştururdu. Yazmaktan o kadar nefret ederdim ki, en yüksek aldığım puan yirmi civarındaydı, hiç hazzetmezdim anlayacağın. Hatta annem yazar olarak öne çıkmaya başladığım yakın zamanlarda, “senden yazar olacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi,” diyerek durumu yeterince net biçimde ifade etti. J

 

Bulunduğum noktaya gelmemi çok sevdiğim bir öğretmenimin pırlanta gibi kalbine borçluyum. Lise yıllarında Pınar (Fişenk) hocamın teşviki ve yardımıyla ufak çaplı bir teşebbüsle şiir yazmaya başladım. Kendi çapımda, pek de edebi kıymeti olmayan sayıklamalardı. O zamanlara dek pek şiir okumadığımdan form olarak nasıl olabileceklerini tahmin edebilirsiniz. Nazım, İsmet Özel, Ahmed Arif ve Attila İlhan gibi birkaç bilindik şairin popüler şiirlerinin başarısız taklitleriydi.

 

Bunu değiştiren de yine Pınar Hocam oldu, çok sağ olsun. Bir gün dersine gelirken yanında Edip Cansever’in Sonrası Kalır’ının ikinci cildini bana ödünç vermek için getirmiş. İlk başta dikkatimi çeken, merakımı celbeden bir eser değildi. Ancak evde biraz karıştırdığımda beynimden vurulmuşa döndüm adeta.

 

Aynı dönemlerde dünya edebiyatı klasikleri başta olmak üzere pek çok kitabı okudum. Dostoyevski’den Kafka’ya, Stendhal’dan Goethe’ye; daha uzun uzadıya sayabileceğim pek çok ismin yapıtlarını peşi sıra düşün dünyamda ölçtüm biçtim ve kendimle özdeşleştirme gayretine girdim. Yazmaya dair ilk isteğim o vakitler belirdi. Lakin asıl kırılma noktası bir Türk yazarı keşfetmemle gerçekleşti.

 

Okulda sıradan bir gün, teneffüste bir arkadaşımın elinde kırmızı karton kapaklı kalınca bir kitap gördüm. O zamana kadar bu yazarı hiç duymamış, okumamıştım. Rica ettim ve incelemek için aldım; kapağında Ara Güler’in çektiği sevimli bir fotoğrafla zamanın meçhul limanlarında asılı kalmış bir adamın sureti vardı. Gözlerinde hüzün, yüzünde mütebessim bir bakış. Mona Lisa’nın o asırlarca peşinden koşturan sırrına gark olmuşçasına yalnızca bakışlarıyla bile merak uyandıran bir derinlik. İşte o kitabı, yani Tutunamayanlar’ı okuyunca hayatım değişti. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ın hemen girişinde söylediği sözü kanıtlar biriyim anlayacağınız. Oğuz Atay beni ben yaptı, bazı vakit keşke abim olsaydı diyorum. J

 

Yazım yolculuğum ise Oğuz Atay gibi olmak telaşıyla hep ertelendi aslında. Girişemedim bir türlü. Diğer kırılma noktası da bu dönemde, yani 2014’ün sonlarında yaşandı. Bir blog sitesi açma fikri geldi arkadaşımdan, hemencecik kurdum. O sırada ilgiyle takip ettiğim yazar Nihat Genç April’a geçmiş, kısa öykülerini derlediği Tek Tabanca’yı yayımlamıştı. Tabii heyecan dorukta. Hemen bir yazı yazdım; adı da Gölge Boksu. Basit, politikaya çiğ ama yer yer zeka pırıltısı içeren bir bakış açısıyla değinen vasat bir yazı.

 

TÜYAP’ta Nihat Genç’e bunu okuduğumda gani gönüllük yaptı ve kalemimin maharetini överken yüreklendirecek sözler söyledi, üstüne kitabından birkaç öyküyü işaretleyerek bir gün film yapmamı istedi. Böylece o gazla aç bir pars yavrusu misali yazmaya başladım.

 

O zamandan beri çok sevdiğim ve örnek aldığım Jack London’ın “günde bin kelime“ kuralına uymaya çalışarak sıkı biçimde yazıyorum. Üniversiteden hocalarım Hasan Boynukara, Selda Uygur ve Yaşar Şenler bana hem edebiyatın hem de yaşamın inceliklerini o zarif tevazularıyla gösterdiler, iyi ki varlar. Bilimkurgu Kulübü ailesine beni dahil eden İsmail Yamanol da bilimkurgudan neredeyse hiç anlamayan beni heykel misali yontarak yazar etti, zekası ve güzel kalbiyle çok şey kattı. Onun da emeğini hep anarım. Ayrıca Sevil Köse, Gökçen Demiray Erkek, Deniz Kara, Ruhşen Doğan Nar, Gökhan Küçük ve Mikail Alagöz’ü de anmamak olmaz. Sevgiyi, saygıyı öğrettiler, kendimi buldum sayelerinde. Hep şanslı biri oldum, şansım da böylesine güzel insanları tanımaktı.

 

Tarz meselesine de gelirsek şayet; lisans eğitimim ve bireysel okumalarım sebebiyle bilhassa edebiyat alanında yazmayı tercih etsem de, felsefe gibi başka disiplinlere de yakınlaşmaya, çoklu disiplin prensibi uygulamaya çabalıyorum. Haliyle pek çok mecrada yayımlanan eserler üretme fırsatına kavuştum. Haddizatında burada odaklanılması gereken nokta çok yazmak ya da çok yerde yazmak değil diye düşünüyorum; yazdığın her kelimenin okuyan kişinin zihninde tesir uyandıracağına dair sağlam bir inancın varsa, doğru yoldasın demektir. Bundan ötürü kendimi mutmain hissediyorum.

 

· Bu dolu dolu yanıt için teşekkür ederim:) İkinci olarak istersen kitabın hakkında kısaca henüz okumayan okurlarına bahsetmek ister misin?
 

Günde bin kelime yazmanın etkisi yazılanların birikmesi oluyor. Bir köşede duruyor ve bekliyorlar. Ta ki zamanları gelinceye dek. Böyle de oldu. Bir gün sevgili dostum Ruhşen  (Doğan Nar) bana yayınevinin dosya için kendisine talepte bulunduğundan bahsetti. Bu da yazıları toplamama vesile oldu. İçime döktüğüm, günlük mahiyetinde kaleme aldığım yazıları derledim ve kitap haline getirdim. İsmi, kapak görseli vs; derken epeyce emek harcadık. Başta sevgili ressam dostum Evrim Gökçelik olmak üzere birçok sevdiğim insan bana destek oldu, Ay Kızılıydı Gece dünyaya geldi. J

 

Ay Kızılıydı Gece… İlk göz ağrım J Samimi, içten ve duygusal bir yolculuğu içerdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Elbette hataları, kusurları vardır; yine de okuyan herkesin kendinden bir parça bulacağına inanıyorum. Anılarımız farklı olsa da acılarımız, mutluluklarımız ve hayallere ihtiyacımız bizi daima birbirimizi bağlayacak.

 

· Kitap yazma fikri nasıl oluştu? Bu düşünce hep aklının bir köşesinde miydi yoksa birikimler mi buna neden oldu?

 

Kitap yazmanın doğru anlaşıldığını düşünmüyorum. Mevzubahis olan iki kapağın arasına sıkıştırılacak ve daima orada kalacak sözcükler sıralamak değil, bu çok büyük bir israftır. Asıl yazma cesareti bence söylenilen ne ise onu bir hedefe yönelik biçimlendirme mahareti ve cüretidir. Okura bir şey anlatmak yetmez haliyle, anlattığınız şeye inanmanız ve yaşamında etkisi yaratmasını sağlamanız gerekmektedir. Aksi taktirde harcadığı emeğe (burada satın almak için harcadığı parayı da katıyorum) ve zamana yazık olacağını düşünüyorum. Onun için kitap yazma hep aklımda olsa bile, okura sunacakken aklımın köşesinde Turgenyev’in meşhur deyişini eksik etmeyerek çalıştım.

 

Turgenyev der ki; “Bir yazarın zihninde daima iki kişi bulunmalıdır: yazar ve eleştirmen.” Kendime dair getirdiğim eleştiriler, düş dünyama davet ettiğim her okura saygımın bir göstergesi olarak öylece zihnimin eşiğine asılı durur.

 


· Yazma sürecinde ilham aldığın kaynaklar, yazma rutinin, düşüncelerini kağıda dökmek için kullandığın yöntemler gibi konulardan da bahseder misin? Eminim genç yazarlara faydası olacaktır. J

 

Böyle söyleyince biraz yaşlı hissettim sanırım. J

  •  Yeni yazarlara diye düzeltelim o halde:)

Elbette. Yazma süreci tamamen yazdığım metinle ilgili olarak dönüşüyor. Kurgu ile kurgudışı arasında takdir edersiniz ki epeyce fark var. Ancak genel hatlarıyla bahsedersem; sıkı bir ön hazırlık, notlar ve tasarılar en belirleyici konumda. Bunlar metni oldukça güçlü kılıyor. Ardından yazmanın asıl yazım kısmında bin kelime kuralını benimsiyorum ama bu yalnızca sistematik hale getirmek için. Çin işkencesi gibi düşünülmesin. Maksat tekrarı sağlamak, dağılmayı önlemek.

 

Düşüncelerimi kâğıda dökerken sessizliğe sığınır, zihnimin bilgileri ya da bilgiye dair parçaları önüme getirmesini sağlarım. Burada biraz da kişisel bir yöntemden bahsediyorum anlayacağınız. Sözgelimi Cemal Süreya televizyon izlerken yazarmış, yani her yazarın kendince yaklaşımları mevcut. Buna dair merakı olanlar için; Celia Blue Johnson’ın Sıradışı Yazarlar adlı kitabını öneririm.

 

Genç yazarlara ya da yazar adaylarına ise bol bol okuma yapmaları haricinde, yazarların “yazma tekniği“ üzerine kaleme aldıkları eserleri tavsiye edebilirim. Ursula K. Le Guin’den “Dümeni Yaratıcılığa Kırmak”; Stephen King’ten “Yazma Sanatı” ve Murat Gülsoy’dan “Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık: Kurmacanın Bilinen Sırları ve İhlal Edilebilir Kuralları”.

 Çok güzel tavsiyeler ben de not alıyorum bunları. Kendimizi geliştirmenin sonu yok asla:)

·  İlk kitabının yayımlanma sürecini nasıl deneyimledin? Basılmış kitabı elinde tutmak nasıl bir duyguydu?

Çok ilginç bir duyguydu. Yıllarca kitapların arasında, iki kapağı arşınlayarak zaman geçirmeme rağmen bu eylem hep başkalarının sözlerine ulaşmak içindi. Haliyle bununla bütünleşmiş, böyle bir kalıba oturmuştu. Ancak kendi sözlerimi, kendi isminin ardında görünce ve bunu başka insanların da yapacağını fark edince afalladım. Heyecanlı, sevinçli ve mutlu olduğum kadar da sorumlu hissettim. Edward Said’in, “Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlararası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır,” deyişini anımsadım. Entelektüel miyim ya da olmak ister miyim, bu başka mevzu ama bir sözüm varsa söylerken aklımın köşesinde hep bu bilinci taşımam gerektiğini sezinledim.

 


· Okurlardan gelen geri bildirimler oluyor mu? Bunlar gelecekteki projelerine yol gösterici olacak mı? Bir de şöyle sorayım interaktif bir yazar mısın? Bazı yazarlar gelen okur mesajlarına karşılık verirken, bu interaktiflikten hiç hoşlanmayanlar da oluyor.

Elbette, bu çok kıymetli de. Okur, bir yazar için müşteriden ya da belirsiz bir sayıdan çok daha fazlasıdır. İyi bir okur yazarın açığını öyle mahir biçimde yakalar ki, kendi çabanla birkaç yılda aşamayacağın hendeği tek adımda atlatıverir. Bu hususta çok sevdiğim bir yazar olan Jorge Luis Borges’i özenle anmaya çalışırım, zira kendisi yazarlığı nispetinde okur olmasıyla da bilinir. Üstelik bunu işaret ederken, “Kimi zaman iyi okurların sayısı iyi yazarlardan bile azdır,” demesi de boşuna değildir. Hepimiz kelimeleri sıralayarak güzel metinler ortaya koyabiliriz ve kimse bu metinlerin niceliğinden şüphe duymaz; fakat nitelik mevzubahis olunca hepimize ayna gerekir ve okurun gereği yazarınkini aşar. Bundan ötürü samimi ve bilinçli her eleştiri, yazarın yakıtıdır, derim.

 

· Belirli bir yazar çizgin var mı? Yani bu konularda yazarım gibi, yoksa o anki ilham perisi mi gelecekteki projelere yön verecek?

 

Güzel bir söz vardır; “çektiğim tek çizgi, derinliği vurgulamak içindir.” Bundan başka hiçbir çizgi ya da sınır koymam kendime. Bir yamaçtan baktığımda nasıl ki gözümün gördüğü her yere gidebilmek istersem, hayal edebileceğim her şeyi de yazabilmek tek arzumdur.

· Okuyucularına ve takipçilerine vermek istediğin bir tavsiye veya ilham dolu bir mesajın var mı? Onlara kendi yaratıcı yolculuklarında nasıl ilerlemelerini önerebilirsin?

 

En büyük sanat kendin olmaktır; en nadide eser de buna ulaşan insandır. Şayet yazmakla düşüncelerinizi buluyor ve onlarla bütünleşerek yol alabiliyorsanız gerisi lafügüzaf. Söylenmiş tüm sözler, ekleyeceğiniz tek cümleyi bulmanız içindir; arayın.

 

· Gelecekteki projelerin hakkında bize biraz bilgi verebilir misin? Hangi alanlarda daha fazla yazmak istiyorsun veya yeni projelerinde neleri keşfetmeyi planlıyorsun?

Notunu aldığım, üzerinde çalıştığım ve hâlihazırda bekleyen pek çok eser bulunmakta. Özellikle çağın meramını dillendirme imkânını en iyi biçimde sağlayan bilimkurgu asıl ilgi odağım. Bir aksilik olmazsa önümüzdeki haftalarda bir bilimkurgu öykü seçkisi çıkacak ve ben de bir öykümle dahil oldum. Mizahı bol, güzel bir eser sizi bekliyor.

 

· Blog yazarlığı sence kitap yazmak isteyenlere nasıl bir katkı sağlıyor?

 

Blog yazarlığı, düzenli içerik girildiği takdirde yazma pratiği sağlaması açısından çok kıymetli. Yazdıkça fark etmeden kişinin kasları açılıyor ve giderek alışıyor. Bu da geleceğine dair önemli bir kazanımı oluşturuyor.

 

Edebiyat dolu bir blog: Emre Bozkuş

· Yakın zamanda katılacağın bir imza günü var mı, okurlarını bu konuda da bilgilendirmek ister misin?

 

Ne yazık ki böyle bir etkinlik görünürde yok. Şayet olursa da sosyal medya hesaplarımdan duyurur ve katılmak isteyen herkesi sohbete beklerim.

 

· Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Buraya kadar okuma sabrını gösteren okurlara da ayrıca teşekkürü borç bilirim. Umuyorum ki söylediklerim hayatlarına güzellikler, esenlikler katar, vesile olur.

Ben de beni kırmayıp bu güzel yanıtları verdiğin için çok teşekkür ederim. Benim açımdan hem bilgilendirici, hem de keyifli bir sohbet oldu. Eminim edebiyat severler de bu tadı alacaktır.  


Diğer Söyleşi Yazıları

6 Yorumlar

Yorumlara link eklemeyiniz tıklanabilir link olan yorumlar yayınlanmaz. Please don' t add your links at the comments they will not published.

  1. emre aramızda en eskilerden yaaa iyidir o ivit :) yazar başka kitaplar da :)

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir söyleşi olmuş. Tebrik ediyorum sizleri...

    YanıtlaSil
  3. Ben buraya bir yorum bırakmamış mıydım? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumlar bazen spam kısmına düşüyor ne yazık ki. Düzenledim tekrar ☺️

      Sil
  4. Öğrencisinin yeteneklerini gören öğretmenlerin varlığı ne kadar kıymetli onu anladım👍🏼 yazarımıza kariyerinde başarılar diliyorum 📚

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski